22 Kasım 2011 Salı

Serenad

Zulfu Livaneli'nin Serenad adli kitabini hamileligimin son gunlerinde vakit gecirmek icin gittigim bir alisveris merkezinin icindeki kitapcida esim bulup getirdi bana. Daha once bu kitabi okumak istedigimden bahsetmistim kendisine. Ben o sirada kitapcinin ortasindaki koltuklarda oturmus belimi dinlendiriyordum. Yan koltuktaki bayanlardan biri Roma'dan yeni dondugunden bahsediyordu. Aklima gezgin gunlerim geldi. Roma, Paris, Barselona, san francisco, cenevre ve daha bir cok guzel sehri gezmis olmama ragmen seyahat etme istegi hic azalmamisti icimde. Omer kitabi getirdiginde ilk bir iki sayfasini okumaya basladim ve ne tesaduftur ki roman bir ucak seyahati ile basliyordu. Hemen isindim kitaba ve almaya karar verdim. Daha sonraki gunlerde, doguma kadar firsatim olmadi okumaya. Bebegimiz dogduktan sonra ben ameliyat agrilarim yuzunden sadecw bebegi emzirmek ve zaruri ihtiyaclarimi karsilamak icin yataktan kalkabiliyordum. Bu durumda oyalanmak adina Serenad kitabini aldim ve 15 gunde bebekten arta kalan zamanlarda bitirdim kitabi. Kitap 30'lu yillarda Turkiye'de hocalik yapmis Prof. Maximillian Wagner'in Turkiye'yi 59 yil sonra ziyaret etmesi ile basliyor. İstanbul univ.de halkla iliskiler muduru olan 36 yasindaki Maya profesor'u agirlamakla gorevlendirilir ve ikisi gecmise bir yolculuk yaparlar. 2. Dunya savasi, Naziler, Yahudiler, Almanlar, Turkiye'nin 30'lu yillardaki durumu, o donemde ezilen halklar gibi bircok konuya deginiliyor kitapta ve okuyucuya bircok bilgi olay orgusu icinde veriliyor. Kitabi cok sevdim. Herkese okumasini tavsiye ederim.

23 Mart 2010 Salı

Olasılıksız

Yazar: Adam Fawer
Aprıl Yayıncılık, 54. Baskı, 2009

Adam Fawer bu ilk kitabında şizofreni hastaları üzerinde araştırma yapan bir bilim adamının geliştirdiği ilaçlarla beyni tetiklemesi ve toplu bilinçaltı denilen bilgilerin hastanın zihninde ışık hızından daha hızlı oluşarak zamanın ötesini görmesini konu alıyor. Olaylar Dr.Tversky, ikiz epilepsi hastaları David - James Caine ve sadakatsiz bir CIA ajanı olan Nava etrafında gelişiyor.

Kitap bir çok farklı insanın yollarını ustalıkla kesiştirirken tüm karakterlerin arka planını detaylarıyla veriyor okuyucuya.

Olasılık teorisi, Newton'un fizik kanunları, determinizm ve Einstein'ın görecelilik teorisi kitapta geleceğin tahmin edilebilir olabileceği iddiasını destekler biçimde harmanlanıyor .


Yazar evrende tüm olayların bir sebepler zincirine bağlı olduğunu, hiç bir şeyin tesadüfen gerçekleşmediğini ve tüm bu sebepler bilinebilseydi geleceğin tahmin edilebilir olacağını anlatırken şöyle bir örnek veriyor:
"Bir madeni parayı havaya attığımızda yazı mı tura mı geleceği şansa mı bağlıdır? Bir para havaya fırlatıldığında bunu etkileyen tüm faktörler hesaplanabilseydi paranın yazı mı tura mı geleceğini de bilebilirdik.Ama sırf biz bu faktörleri hesaplayamıyoruz diye paranın ne geleceğinin şansa bağlı olduğunu söyleyemeyiz."

Geleceği görebilmek için gerekli bilgilerin bazı durumlarda beyinde "toplu bilinçaltı" denen bölümde oluşabildiğini anlatan kitapta ünlü Alman psikolog Jung'un teorisinden faydalanılıyor:
Bilinçaltını üç kısma ayıran Jung'a göre 1. kısımda zaman zaman hatırlanan kişisel hatırlar, 2. kısımda istendiğinde hatırlanamayan hatıralar vardır. Bunlar bir zamanlar bildiğin ama artık hatırlayamadığın ya da bastırdığın bir çocukluk travmasıdır. 3. sü ise toplu bilinçaltı.
Toplu bilinçlaltındaki bilgiler asla bilinçli olamazlar ve kaynağı belli olmayan bilgiler vardır burada. Yeni doğan bir bebeğin annesinin gögsünü nasıl emeceğini bilmesi ve aç olduğunda ağlaması gibi. Bu bilgilerin DNA'da kayıtlı olması mümkün değildir. Çünkü biyologlara göre öğrenilen bilgiler doğrudan genetik olarak aktarılamazlar.

Yazar, Einstein'ın görecelilik teorisine dayanarak toplu bilinçlatında oluşan bilgilerin insan beyninde algılanma hızının ışık hızından daha yüksek olduğunu ve bu hızdan dolayı zamanın ötesinin belli koşullarda görülebilir olduğu iddiasıyla karşımıza çıkıyor.

 Tüm bu bilimsel tartışmaların etrafında yabancı ülkelere ABD'nin gizli bilgilerini satan bir CIA ajanı, bilimsel testlerde kullanılmak üzere ele geçirilmeye çalışılan ikiz kardeşler, olaylara istemeden dahil olan masum insanların başına gelen olaylar sürükleyici biçimde anlatılıyor.

Günümüzde içgüdü, 6. his, önsezi, dejavu olarak adlandırdığımız, bazen gelecekte olacakları sanki daha önceden yaşamış yada görmüşüz hissinin bu kitapta tartışmaya açılması benim çok hoşuma gitti.

Kitabın 54.baskısı çıktığına göre çoğu kişi okumuştur ama henüz okumayanlar için şiddetle tavsiye ediyorum.

Keyifli okumalar :)

23 Ocak 2010 Cumartesi

DÜŞE KALKA

Yazar: Aslı Akarsakarya
Varlık Yayınları
2009


"DÜŞE KALKA" bir öykü kitabı. 16 öyküden oluşuyor. En son 2009 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü'nü kazanmış. Bundan önce 2004 Ömer Seyfettin Hikaye ve Talip Apaydın Öykü yarışmalarında jüri özel ödüllerini almış. 

Öykülerin herbiri birbirinden güzel. Dili net, açık, okunaklı. Konuları çeşitli. Bazıları merak uyandırıyor, bazıları keyifle okunurken sonunda şaşırtıyor. Bazıları ise hayal gücünü genişletmeye yardımcı oluyor.Okurken bazı hikayelerde şunu hissettim. İki arkadaş evde en rahat kanepede karşılıklı oturuyoruz, ellerimizde neskafelerimiz, birbirimize başımıza gelenleri, rüyalarımızı, duygularımızı anlatıyoruz, tane tane, acele etmeden.

Didaktik, öğretici sanat eserleri bana hep itici ve yapmacık gelmiştir. Bu nedenle Aslı'nın öykülerdeki karakterleri yargılamaması sadece olayları ve her birinin düşüncelerini aktarması, yorumu okuyucuya bırakması hoşuma gitti. Bunun yanında insanların olaylar karşısındaki davranışlarını, düşüncelerini, aklından gelip geçenleri zekice aktarmış.

İnsanı yormayan, "bitsin artık" demeyeceğiniz bir kitap bence. Her gece bir öykü okudum. Zira her bir hikaye üzerinde düşünmem gerekti.

Aslı'yı tebrik ediyor kitabını şiddetle tavsiye ediyorum...

Buluş ve Unutuş adlı öyküden bir bölüm:

"Sinemi kurutan alışmaktır ey kralım, güzelliği saymamak, yanından geçip gidecek kadar alışmaktır.
"Göçebelik ibadettir. Vecd ile sonsuz bir yolda yürür insan.Yeni bulduklarına hayranlıkla şükrederken, elinden kayanlara minnetle veda eder."


18 Ocak 2010 Pazartesi

Yahşi Batı


18 Ocak 2010, Armada Sinemaları: Yoğun geçen bir pazar gününün ardından haftayı güzel kapatmak için Yahşi Batı filmini izleyelim dedik. Film 18. yy'da iki Osmanlı'nın Amerikan Başkanı'na bir hediye götürmek için Amerika'ya gitmesi ve orada yaşananları konu alıyor. En baştan başlamak gerekirse filmin jeneriği çok güzeldi. Profesyonel ellerden çıktığı belli. Yüksek teknik kalite, iyi oyunculuklar dikkat çeken özellikleri filmin. Yalnız dönem filmi olması ve mekanın sözde Amerika olması filmi zorlamış biraz. Genelde yakın plan çalışmışlar ve çok fazla figüran kullanılmamış. Ne ıssız bir çöl, ne geniş bir vadi, ne de kuşbakışı bir kanyon görüntüsü var bu filmde.Vahşi batının klasik posta arabasını ve kovboyları en fazla sıradan bir dağ kenarında görebiliyoruz. Yani DVD'den izleseniz görsel açıdan birşey kaybetmezsiniz.Ama filmde kullanılan her obje titizlikle düşünülmüş ve hazırlanmış... Lemi karakterini oynayan Ozan Güven'in sempatikliği ve Suzan'ı canlandıran Demet Evgar'ın abartısız oyunculuğu benim hoşuma gitti. Küfürlü diyaloglara alıştık artık da aynı belden aşağı durumun filmin iki ayrı olayında kullanılması sıkıcıydı bence... Senaristlerin "Küfür hayatın içinde de var, neden filmlerde kullanımasın" savunmasını anlamıyorum. Benim hayatımda küfür yok. Kaliteli espri üretmek yerine küfür kullanmak güldürüde kolaya kaçmanın bir yolu bence... Film yer yer eğlenceli ama güzel dekorlar, kıyafetler ve oyunculukların yanında senaryo zayıf kalmış... Tipik bir Cem Yılmaz filmi yani....

20 Aralık 2009 Pazar

Köfte Yağmuru

Ankamall - 20 Aralık: Barış'a onu hafta sonu sinemaya götüreceğime söz vermiştim ve cingöz kardeşim pazar günü sözümü hatırlatmak için telefon etti...Ring ring!!! Hemen beyazperde.com'a girip animasyon filmi var mı diye kontrol ettim. Neyseki Köfte Yağmuru Ankara'da hala gösterimdeydi. Müjdeli haberi verdim kendisine. Köfte yağmuru 3 boyutlu çekilmiş ve ara vermeden 1 saat 15 dk. sürüyor. Film bilime meraklı fakat babası tarafından onaylanmamaktan şikayetçi bir gencin kendini kanıtlamak için gökyüzündeki su moleküllerinden yiyecek üreten bir makina icat edip yeryüzüne yiyecek yağdırması ve başından geçen macerları konu alıyor. Yer yer eğlenceli olsa da çok kısa sürdüğü için yeterince tatmin etmedi ikimizi de. Ankamall'ün 3D gözlüklerini yenilemesi gerektiğini düşünüyorum çünkü çok fazla çizilmiş ve yamulmuşlardı. Ayrıca bilet fiyatları Ankara'daki diğer sinemalardan daha yüksek...Mecbur kalmadıkça sinema için Ankamall'ü bir daha tercih edeceğimi sanmıyorum...

Avatar Filmi

18 Aralık'ta vizyona giren Avatar filmi sinema salonlarının yüzünü güldürecek gibi görünüyor. 2154 yılında geçen film yabancı bir gezegenin yer altı kaynaklarını sömürmeye çalışan kötü dünyalılar ile gezegenin yerlileri Navi ırkının mücadelesini anlatıyor. Dünyanın doğasını yok eden gözünü para hırsı bürümüş dünyalılar Pandora'ya da doğal güzellikleri için değil yer altı zenginliklerini elde etmek için saldırıyorlar. Görsel açıdan kusursuz Pandora gezegenini tasarlayan ekibin hayal gücüne, tasarımı görselleştirenlerin de emeğine sağlık diyorum... Film yaklaşık 3 saat sürüyor. Dünyanın en gelişmiş 3D kamerası kullanılmış ve film 197 kamerayla çekilmiş. Na’vi dili dil bilimciler tarafından iki yılda yaratılmış. Filmin yapımı ise 14 yıl sürmüş. Aktörlerin mimiklerini sanal karakterlerine aktarmak için Motion Capture tekniği yerine oyuncular Amerikan futbol oyuncularının kasklarına benzeyen özel bir başlık giymişler. Bu başlıkta bulunan küçük bir kamera sayesinde insan yüzündeki en küçük kas hareketi çok özel açılarla çekilebilmiş. En önemlisi ise ilk defa göz hareketleri kaydedilmiş. Bu sayede filmdeki Avatarları izlerken gerçek bir canlıyı izlediğinizi düşünüyorsunuz. Filmdeki bitkiler, hayvanlar, dağlar, bulutlar için 1 Petabitten (bin terabit) fazla dijital hafıza kullanılmış.
Bu film iki kez izlenmeli diye düşünüyorum. İlkinde renk cümbüşü ile gözlerimiz doydu, detayları ve alt metinleri yakalamak için 2. defa gidilmeli. 3 boyutlu filmlerde alt yazıları okumak biraz daha zor oluyor ama dublajlı izlemekten iyidir.

8 Aralık 2009 Salı

Uçurtma Avcısı

Orjinal İsmi: The Kite Runner
Yazarı :     Khaled Hosseini

Uçurtma Avcısı, Afganistan`da devam eden ve çoğumuzun artık kanıksadığı, duyarsızlaştığı savaşın insan boyutunu gözler önüne seriyor. Bazen artık ölmenin en iyi alternatif olduğunu düşündürtebilen, empati kurmamıza yardım eden çok önemli bir kitap.

Yazarın mükemmel anlatımı, arkadaşlık, nankörlük, yalan, ezilmişlik duygularını tüm hücrelerimizde hissettirirken gerçeğin pis ve acı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor...

Tek kelimeyle etkileyici bir kitap.

Uçurtma Avcısı konusu ve kurgusu itibariyle çok da sürükleyici. Kitabı bitirmeniz çok kısa sürecek ama etkisi uzun süre üstünüzde kalacak...